Salih SARI
Sümer Uygarlığının Ahlaki, Felsefi ve Mitolojik Özellikleri
Sümerli düşünürlerin, dünya görüşlerine uygun olarak, insana ve yazgısına abartılı bir güvenleri yoktu. İnsanın çamurdan yoğrulduğuna ve onlara yiyecek, içecek ve barınak sağlayarak hizmet etmek amacıyla yaratıldıklarına kesin olarak emindiler. İnsan, amaçları kestirilemeyen tanrılarca kendisine biçilen yazgıyı önceden bilemediğinden, yaşamın belirsizlikleri ve tekinsizliklerle dolu güvensizlikle çevrili olduğuna inanıyorlardı. Öldüğü zaman güçten düşmüş ruhu, yaşamın dünyasal yaşamın kederli ve sefil bir yansımasından başka bir şey olmadığı karanlık kasvetli ölüler diyarına iner.
Sümerlerin kuşkusuz toplumsal ve kültürel deneyimlerinden aşama aşama ve binbir güçlükle geliştirdikleri yüksek ahlaksal nitelikleri ve etiksel erdemlerinin bütün onuru da tanrılara yüklenmişti. Planları yapanlar tanrılardı; insan yalnızca tanrısal buyrukları yerine getirirdi. Kendi yazdıklarına göre, Sümerler iyilik ve gerçeğe, yasa ve düzene, adalet ve özgürlüğe, doğruluk ve dürüstlüğe, bağışlama ve acımaya çok der veriyorlardı. Kötülük ve yalandan, yasa-tanımazlık ve düzensizlikten, adaletsizlik ve baskıdan günahkarlık ve sapkınlıktan, zulüm ve merhametsizlikten iğreniyorlardı. İÖ 2400’de yaşamış Lagaş hükümdarı Urukagina uzun zamandır acı çeken yurttaşlara adalet ve özgürlük getirdiğini, her yere sızmış bulunan baskıcı memurları sürdüğünü, adaletsizliğe ve sömürüye son verdiğini, dul ve yetimleri koruduğunu gururla anlatır. Üçüncü Ur hanedanlığının kurucusu Ur-Nammu, dört yüzyıldan kısa bir süre sonra, girişinde etik başarılarını sıraladığı yasası; kök salmış bürokratik yolsuzluklara son vermiş, Pazar yerinde dürüstlüğü sağlamak için ağırlık ve ölçülere düzenleme getirmiş, dul, yetim ve yoksulları kötü davranışlardan korumuştu. İki yüz yıl sonra, İsin kralı Lipit-İştar yeni bir yasa ilan ederek; “ülkelere adalet getirmek, yakınmaları ortadan kaldırmak, düşman ve asileri silah gücüyle geri püskürtmek, Sümerlere ve Akadlara gönenç (geçim genişliği, varlık içinde yaşama, varlık, bolluk, rahatlık.) getirmek” için büyük tanrılar An ile Enlil tarafından özellikle seçilmiş olmakla övünür. Sümer hükümdarları için yazılmış ilahilerde de pek çok benzer, yüksek etiksel ve ahlaksal tavır gösterme iddiaları bulunmaktadır.
Sümerli bilgeler göre, tanrılar da ahlaklılığı ahlaksızlığa yeğliyorlardı ve Sümer panteonundaki hemen bütün büyük tanrılar ilahilerde iyilik ve adalet, doğruluk ve dürüstlük aşığı olarak yüceltilmişlerdi. Gerçekten de, temle işlevleri ahlaksal düzeni denetlemek olan bir çok tanrı, örneğin güneş-tanrısı Utu, vardı. Çeşitli metinlerde Lagaş tanrıçası Nanşe’nin de kendini doğruluk, adalet ve merhamete adadığından zaman zaman söz edilir. Nippur’daki kazılarda çıkarılmış 19 tablet ve parçanın birleştirilmesiyle ortaya çıkarıldı ve bu ilahi şimdiye değin bulunan Sümer belgeleri içinde en açık etiksel ve ahlaksal ifadeleri içeriyordu. Burada tanrıça Nanşe şöyle betimleniyor:
Yetim bilen, dul bilen,
İnsanın insana zulmünü bilen, öksüzlerin anası Nanşe,
Dulları kayıran,
Sığınana kucak açan kraliçe,
Güçsüze barınak bulur.
Nanşe, yeni yılın ilk dününde insanoğlunu yargılar biçimde gösterilmiştir. Yazı ve Edebiyat tanrıçası Nidaba ve eşi Haya’nın yanı sıra sayısız tanık onun yanında yer alır. Onun öfkesini çeken kötü insan şöyle tanımlanmıştır:
Günah yolunda yürürken büyük farkla sınırı geçen(insanlar),….,
Konmuş kuralları çiğneyenler, anlaşmaları bozanlar,
Kötü yerleri koruyup değer verenler, ….,
Büyük ağırlık yerine hafif ağırlık koyanlar,
Geniş ölçü yerine küçük ölçü koyanlar, ….,
(Kendisine ait olmayan bir şeyi) yiyip de, “yedim” demeyenler.
İçip, “içtim” demeyenler, ….,
“Yasak olanı yerim”, diyenler.
“Yasak olanı içerim”, diyenler.
Nanşe’nin toplumsal vicdanı şu dizelerde daha da açığa çıkar:
Yetimi avutmak, dul kadın bırakmamak için,
Kudretlilerin yok edileceği bir yer kurmak için,
Güçsüzlerin kudretlileri devirmek için, ….,
Nanşe insanların yüreğini yoklar.
Baştanrıların davranışlarında ahlaklı oldukları kabul edilmiş olsa da, Sümerlerin dünya görüşüne göre, uygarlığın kurulması sürecinde kötülüğü ve yalanı, zulüm ve baskı – kısacası insanların bütün ahlaksız davranışlarını planlayanlar da aynı tanrılardı.
Teoloji, Ayin ve Mit
Sümerler İÖ üçüncü binyılda, dünümüz dünyası üzerinde, özellikle de Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık aracılığıyla silinmez izler bırakan dinsel fikirler ve tinsel (ruhsal) kavramlar geliştirdi. Entelektüel düzeyde, Sümer düşünürleri ve bilgeleri, evrenin kökeni ve içeriğiyle modus operandi’si [işleyiş tarzı] üzerine düşüncelerinin bir sonucu olarak, eskiçağda Yakındoğu’nun büyük bölümünün temel akidesi ve doğması haline gelecek kadar yüksek bir inanç taşıyan bir kozmoloji ve teoloji geliştirdiler.
Bu ilahlara yakıştırılan yaratma tekniğine gelince, Sümerli filozoflarımız bütün Yakındoğu’da doğma haline gelen bir öğreti geliştirmişlerdi; bu, ilahi sözün yaratıcı gücü öğretisiydi. Bu öğretiye göre yaratıcı ilahın bütün yapması gereken planlarını yapmak, sözcüğü söylemek ve ismini koymaktı. Sırayla bu öğreti doğrultusunda önce evreni yaratılışı daha sonra da insanın yaratılışına değinelim.
Kozmogoni (evrenin doğumu) ve teolojiyle başlayalım. Bilimsel açıdan, Sümer filozof ve düşünürlerinin elinde, evrenin içeriği ve işleyiş tarzıyla ilgili olarak yararlanabilecekleri ancak en temel ve yüzeysel fikirler bulunuyordu. Sümerli öğretmenlerin ve bilgelerin gözünde evreni oluşturan belli başlı öğeler (sözcüğün dar anlamıyla) gök ve yeryüzü idi; nitekim evren için kullandıkları terim, “gök-yer” anlamında bileşik bir sözcük olan an-ki’ydi. Dünya düz bir disk şeklindeydi; üzerinde çok geniş bir boşluk bulunuyordu, bu boşluksa kubbe biçiminde katı bir yüzeyle kaplanmıştı. Bu göksel katı maddenin ne olduğu hâlâ belli değildir; Sümercede kalay için kullanılan terim “gök metali” olmasına bakılırsa, bu madde kalay olabilirdi. Gök ile yeryüzü arasında lil adını verdikleri bir madde olduğunu kabul ediyorlardı; bu sözcüğün yaklaşık anlamı rüzgâr, hava, nefes, ruhtur. Görünüşe göre bu maddenin en önemli özelliği hareket ve yayılmadır; bu nedenle, kabaca bizim atmosfer terimimize karşılık gelmektedir. Güneş, ay, gezegen ve yıldızların atmosferle aynı maddeden yapılmış, ama ek olarak parlaklık niteliği verilmiş olduğu kabul ediliyordu. “Gök-yer”i bütün her taraftan, ayrıca üsten ve alttan sınırsız bir deniz çevreliyordu, evren bunun içinde her nasılsa sabit ve hareketsiz duruyordu. Gökle yeri ayıran, hareketli ve genişleyen bir “atmosfer” bulunuyordu. Bu atmosferden de ışıklı cisimler, yani ay, güneş, gezegenler ve yıldızlar yapılmıştı. Gökle yerin ayrılmasından ve ışık veren gökcisimlerinin yaratılmasından sonra bitki, hayvan ve insan yaşamı olmuştu.
İnsanın yaratılışını anlatan yapıt iki eş tablet üzerinde yazılmış olarak bulunmuştur: biri Nippur’dan çıkarılmıştır ve Üniversite Müzesi’ndedir, antikacıdan satın alınan diğer tablet ise Louvre’dadır. Louvre tableti ve Üniversite Müzesi’ndekinin büyük bölümü 1934 yılında kopyalanmış ve yayımlanmış, ancak içerikleri büyük ölçüde anlaşılamamıştır. Şiir, tanrıların ekmeklerini sağlamakta, özellikle dişi ilahlar varlık bulduktan sonra, çektikleri güçlüklerin betimlenmesi denilebilecek bir girişle başlar. Tanrılar yakınırlar, ama su-tanrısı Enki -Sümerlerin bilgelik tanrısı da olduğundan onlara yardım edebilecekken- öyle derin uyumaktadır ki onları işitmez. Bunun üzerine annesi, “bütün tanrıları doğuran ana,” ilksel deniz, tanrıların gözyaşlarını ona getirir ve şöyle der:
“Ey oğul, kalk yatağından, ….’dan bilgeliğini göster,
Tanrılara hizmetkarlar biçimle, kendi eşlerini (?) kendileri üretsin.”
Enki konu üstüne düşünür, “iyi ve soylu şekilleyici”lerin başına geçer ve annesi Nammu’ya, ilksel denize şöyle der:
“Ey ana, sözünü ettiğin yaratık var edildi,
Onun üstüne tanrıların suretini (?) yerleştir;
Dipsiz derinliğin yüzeyindeki kilden yüreğini yoğur,
İyi ve soylu şekilleyiciler kili berkitecekler,
Sen, sen onun uzuvlarını ortaya çıkar;
Ninmah (toprak-ana tanrıça) senin üstünde çalışacak, (Doğum) tanrıçaları sen biçimlerken yanında olacaklar;
Ey ana, (yeni doğanın) yazgısını belirle,
Ninmah onun üstüne tanrıların suretini (?) yerleştirecek,
Bu insandır …… ”
Burada şiir bütün olarak insanın yaratılışından belli kusurları olan insan tiplerinin yaratılışına geçer ve bu anormal varlıkların varoluşlarını açıklamaya çalışır, ben orayı almıyorum merak edenler varsa Samuel Noah Kramer Tarih Sümer’de Başlar kitabının 141. Sayfasından ulaşa bilirler. Bizler bu sayede Sümer’de insanların tanrılara hizmetkar olarak yaratıldığını ve sadece onlara hizmet etmeleri gerektiğini ve onların söylediklerinden şaşmamak gerektiğini görüyoruz.
Sümerli bilgeler insanın başına gelen felaketlerin, kendi günahlarının ve kötülüklerinin bedeli olduğu öğretisine inanırlar ve bunu öğretirlerdi; hiç kimse masum değildi. Adaletsiz ve haksız yere çekilen insan acısı yoktu; Suçlu olan her zaman insandı, tanrılar değil. Zor duruma düşüp acı çekenlerin çoğu tanrıların doğruluğuna ve adaletine meydan okumaya yeltenmiş olmalıydı.
Sümerli teologların varsayımlarınca, bu evrenin işlemesini sağlayan şey, biçim olarak insana benzeyen, fakat insanüstü ve ölümsüz olan, ölümlülerin gözüne görünmeksizin, kozmosu iyi hazırlanmış planlara ve uygun yasalara göre yönlendirilen ve denetleyen bir grup canlının oluşturduğu bir panteondur. Gök, yer, deniz ve hava gibi büyük âlemler; Güneş, Ay ve gezegenler gibi belli başlı gök cisimleri; rüzgar, fırtına ve kasırga gibi atmosfer güçleri ve nihayet yeryüzündeki ırmak, dağ ve ova gibi doğa varlıkları, kent, devlet, hendek, kanal, tarla ve çiftlik gibi kültürel varlıklar ve hatta kazma, tuğla kalıbı ve saban gibi aletler – bunların her biri insan biçimli, fakat insanüstü olan, eylemlerin yerleşik kurallara ve düzenlemelere göre yönlendiren şu ya da bu varlığın sorumluluğu altında görülüyordu.
Sümer mitlerinin çarpıcı bir şekilde gözler önüne serdiği gibi Sümer tanrıları tümüyle insan biçimliydi; aralarında en güçlü ve en bilgeli olanlarının bile biçim, düşünce ve eylemde insan gibi olduğu kabul ediliyordu. Tıpkı insanlar gibi tanrılar da planlar yapıp uyguluyor, yiyip içiyor, evlenip çoluk çocuğa sahip oluyor, geniş aileler geçindiriyor ve insani tutku ve zaaflara yakalanıyordu. Genellikle doğruluğu ve adaleti yalan ve zulme tercih ediyorlardı ama eylemlerindeki itici güçlerin ne olduğu açık değildi ve insanlar bunları anlamakta çoğunlukla zorlanıyordu. Onların, büyük olasılıkla en azından sorumlu oldukları kozmik varlıklarda hazır bulunmaları gerekmediği zamanlarda, “gök ve yer dağında, güneşin doğduğu yerde” yaşadıklarına inanıyordu.
Tabi söylenecek ve yazılacak çok şey olduğundan şimdilik bu bölümde bu kadar yeter bir sonraki bölümde sizlere Sümer Tanrılarının genel hatlarından bahsetmek istiyorum. Değerli okuyucu ütopiya ailesine destek olmayı unutmayın siz varsanız biz varız.