Salih SARI
Saltanat Alametleri
Taht
Osmanlı padişahlarının hükümdârlık makamına taht denilir. Normal olarak şehzadelerin tahta oturmasına “cülûs”, herhangi bir isyan sonucunda tahta çıkarılmaya da “iclâs”,padişahın tahttan indirilişine de “hal” veya “hal etme” denilmiştir. Tahttan indirilen padişah öldürülmez ise bir daireye yerleştirilir, ölünceye kadar orada yaşardı. Padişahın tahta cülusu hassa tellalları vasıtasıyla ve top atışlarıyla İstanbul halkına duyurulur, ülke geneline fermanlar yazılır, câmilerde adına hutbe okunur ve adına sikkeler bastırılırdı. Cülus Osmanlı Devletine tâbi hükümetlere de bildirilirdi. Taht, padişahlık sembolüydü. Padişahtan başka hiçbir yönetici tahta oturamazdı.
Tuğ
Osmanlılar tuğ için “Tuğ-ı Hümâyûn” demişler, bu padişaha mahsus tuğ anlamında kullanılmıştır. Tuğ, atkuyruğu bağlanıp, ucuna altın yaldızlı top geçirilir ve mızrak nevinden bir şeyin ucuna takılarak yapılırdı. Padişahlar sefere giderken tuğlarını da beraber götürürler ve bu münasebetle merasim de yapılırdı. Osmanlı padişahlarının tuğ sayısı yedi adetti. Veziriazamın beş, diğer vezirlerin üçer, beylerbeylerinin ise birer tuğları vardı.
Tuğra
Ferman, hüküm, berat, menşur ve benzeri yazılar ile paralarda padişahların nişan ve alametleri olarak kullanılan işaret için kullanılmıştır. Tuğra sultanlık alametlerindendir. Osmanlılarda tuğrayı ilk defa 1324 yılında Sultan Orhan kullanmıştır. Tuğralarda padişahın adı, baba adı, ve “han” unvanı ve “el-muzaffer” sıfatı istif edilmiştir. Yavuz Sultan Selim’in tuğrasında görülen ve sonradan adet haline gelen “Şah” unvanı ise aslında isminin bir parçası gibi durmaktadır (Selimşah, Süleymanşah gibi). Yıldırım Bayazid’in tuğrasında “Bayazid b. Murad Han”, Yavuz Sultan Selim’in tuğrasında “Selim Şah b. Bayezid Han el Muzaffer daimen” yazılıdır. “El-muzaffer” unvanı ilk kez II. Murad’ın tuğrasında görülmüştür. Fatih Sultan Mehmed devrinde Osmanlı tuğraları standart şekline ulaşmıştır. Divân-ı Hümâyûn üyesi olan Nişancının hususî vazifelerinden biri de tuğra çekmekti. Nişancılık vazifesi ilga edildikten sonra tuğra çekme hizmetini “tuğrakeş” denilen memurla devam ettirilmiştir. Bu uygulama imparatorluğun sonuna kadar sürdürülmüştür.
Mühür
Padişah tahta çıkınca birbirinin aynısı dört mühür yaptırılırdı. Bu mühürlerin birincisi zümrüt ya da yakuttan küp şeklinde yapılır ve padişahta bulunurdu, padişah bu mührü sadece bir yerde kullanır o da kapıkulu askeri sayıldığı için her ay 50.000 kamil akçe maaşı ala bilmek için bu mühre ihtiyaç duyardı.
İkinci mühür ise Mühr-i Hümâyûn denir altından olup, beyzi şeklindedir veziriazamda bulunur ve veziriazamlık alametidir, padişaha bulunacağı arzda bu mühür kullanılır buna telhis denir.
Üçüncü mühür, altından yapılır ve yedek olarak enderûn mekteplerinin en yüksek kademesi olan has odabaşında bulunur herhangi bir işte kullanılmaz.
Dördüncü mühür, Altından yapılmış ve harem-i hümâyûn hazinedarı kadın efendide bulunur ve haremin ihtiyaçlarını karşılamak için alışveriş yapar ve mühür burada kullanılır.
Saltanat Sancakları
Sancaklar hükümdarlık alametleridir. Osmanlılarda saltanat sancaklarına “Elviye-i Sultânî”, “Alemhâ-yı Osmanî” ve “Sancak-ı Şerîf” gibi isimler verilmiştir. “Elviye-i Sultânî,” sultana ait bayraklar demektir. Hz. Peygamberin bayraklarına “Liva-i Saadet” veya “Liva-i Şerif” gibi isimler verilmiştir. Bayraklar arasında “ak alem” denilen beyaz sancak asıl saltanat sancağıdır. İlk Osmanlı sancakları arasında “kırmızı sancak” vardı. Kanuni Sultan Süleyman devrine kadar “Liva-i Saadet” denilen sancak sayısı dört iken 1529 yılından itibaren yediye çıkarılmıştır. Bu bayrakların ikisi çizgili, ikisi kırmızı, diğerleri de beyaz, yeşil ve sarı renktedirler. Saltanat sancaklarının sırıklarının başları altun alemi olup, zafer ayetleri yazılı olurdu. Her padişah cülusundan sonra kendi adına yazılı olduğu yedi adet sancak yaptırılırdı. Bu bayraklar muharebe esnasında padişahın arka tarafında bulunurdu. Padişah sefere gitmezse, serdar-ı ekrem olarak veziriazam sefere katılır ve saltanat bayrakları sefere götürülürdü.
Hz. Peygamberin Sancak-ı Şerifi Osmanlılar için eşsiz bir imtiyazdı. Topkapı Sarayı’nın Hırka-i Saadet Dairesi’ndeki Kutsal Emanetler arasında bulunuyordu. Siyah renkli olup Liva-i Saadet veya özgün adıyla “Ukab” olarak isimlendirilmekteydi. Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi sırasında Mekke Emiri Ebu Berekat, kutsal emanetlerle beraber göndermiştir. Ukab’ın sefere götürülmesi büyük bir ayrıcalıktı. İlk kez 1597 yılında Eğri Seferi’ne götürülmüş ve sancağın yanında seyyid ve şeriflerden 300 kişilik bir “Evlad-ı Peygamberi” birliği bulunmuştu. Sancak-ı Şerif, Hırka-i saadet dairesi’ndeki yerinden en son 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın ilgası sırasında çıkarılmıştır.
Mehterhâne
Mehterhâne için “Mehterhâne-i Hümâyûn”, “Mehterhâne-i Hâkanî” de denilmişti. Mehterhâne’nin Osmanlı Devleti’nde hakimiyet sembolleri arasında olduğu kabul edilmektedir. Osman Bey, Batı Anadolu’da bir uç beyi iken eski Türk geleneklerine uyarak davul ve kös çaldırıyordu. Münşeât-ı Feridun’a göre Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Mesud, Osman Bey’e gönderdiği bir fermanla onu Söğüt ve havalisinde uç beyi yapmış, hakimiyet sembolü olarak; tuğ, alem, tabl ve nakkare (mehteran) göndermiştir.
Nevbet-i Sultan-î olarak mehterhâne çaldırmak dahi bir adet-i kadime-i saltanattır. Selçuklularda Osmanlılara bu adet sürmüştür. Mehterhânedeki çalgı aletlerinin sayıları sınırlı iken zamanla büyüdü ve genişledi ve yalnız saraya, orduya münhasır kalmaktan da çıktı. Her vezir dairesinde bir mehterhane bulundurulması adet oldu. Mehterhane yeniçeri ocağı ile ilişkili olması 1826 yılında lağvedilmiş, yerine Muzıka-i Hümâyun (Askeri Bando) kurulmuştur.
Evet değerli aydınlanmışlar bu sayede Osmanlı Devleti Saltanat Alametlerine kısaca değinmiş olduk bizleri okuduğunuz için sizlere teşekkür ediyorum ve yorumlarınızı bekliyorum daha güzel yarınlarda görüşmek üzere.